29 Aralık 2020 Salı

yirmidokuz aralık

Hayatım yine bir takım saçmalıklarla uğraşarak geçiyor.  Aldığım doktora dersinde bir acayip işlere girdim kodlama falan öğrenirim ya bu fırsatla dedim. Teslim tarihi yaklaştıkça mideme kramplar giriyor. Son haftaya kadar fazla panik olmamayı planlıyorum.  Bir burs programına kabul aldım, böyle söyleyince süper gibi ama değil. Askeri ücret şeklinde bir ödeme karşılığında her boku yapmanı bekliyorlar, hayır nasıl utanmadan bunu bekliyorlar anlamış değilim. Dersleri asiste edin, ders içeriği hazırlayın  vs. bir sürü talepleri oluyor ki okuldaki bir asistan kadar çalışmanı bekliyorlar ama asistan 6.500 tl kazanıyor. Yani insan bazen hayret ediyor. Sürekli bir beklenti sürekli bir ufak ufak laf sokmalı bir süreç. Bursu alan almayan okuldaki tüm tipler bir acayip. Bu bursu alma hayali olan arkadaşlar var.  Seçtiğin derslere yaptığın her şeye karıştıkları bir süreç. Çok patronlu bir iş yerine çaycı olarak alınmış gibiyim. Yemek de yap, etrafı da sil, iş yerini sen aç, sigorta yok- gerçekten yok yani öyle bir şey- , maaş eh işte. Ama yetiştiriyoruz sizi, akademiye de böyle insanlar gerek... akademide miyiz hayır. 
Çok negatif şeylerden bahsettim. Umarım bu yazıyı önümüzdeki yıl Berlin'in bok gibi soğuğunda okurum.  İçten içe kesin bir terslik çıkar ben yine buralarda çürürüm diyorum ama yok ya çıkmaz umarım...

28 Aralık 2020 Pazartesi

yeni yıl beklentilerim. Cingıl bels..

Yeni yılın yaklaştığı son birkaç günü seviyorum. Yeni yıl yeni umutlar vs. belki de.
2021 yılından beklentilerim;
Türkiye'den taşınmak, daha fazla arkadaşımın gezi blogu-vlogu vs. falan açmaması, daha fazla kimsenin DJ olmaması, daha fazla evde ekmek yapılmaması yada yapılabilir no problem, açtırdığım euro hesabının artık boş durmaması, Almanya'ya gidebilmek ve tüm iyi şeyler.  Ve sağlık ve mutluluk ve üç ay yaz tatili... ve kedilere sağlık... ve cingel belss............
 noel ruhunu karışık çerezde buluyorum çünkü ne parti yapıyor ne de çam ağacı alıyoruz. 

17 Aralık 2020 Perşembe

onyedi aralık-02

Biraz önce 2020 yılı beklentilerimi okudum. Bloga yazmışım- sıfır beklenti. İş bulsam iyi olur demişim. Offff tanrım ne kadar da safmışımmmm...
Yürekleri dağlayan ayrıntı iş bulamadı. 
Bulamamaktayım. 
Gezmek eğlenmek üzerine hayallerimin de parasızlık değil de pandemi sebebiyle gerçekleşmiyor olması da yüreğime su serpiyor. Yani kısaca benim için süper bir yıl olmaktaa asdfghjkjlşhjhjl..

Onyedi aralık-01

Yeni bir günlük denemesi ile karşınızdayıms. Yeni bir günlük çünkü ben öyle dedim. Şuursuzca yeni bir yazımla yazmak yerine yeni bir günlük yazıverdim ve sonra dedim ki neden olmasın??. Ve o sebeple yeni bir günlük oldu. 2020 değerlendirmesi, 2021 hedeflerim ve bir başka şeylerden oluşan yazılarıma da devam edicem. Sizden gelen istekler doğrultusunda youtube kanalım da yolda. Youtube kanal fikrine cazip bakıyorum çünkü çektiğim tüm videolar bilgisayarda bir yerlerde çürüyor, yani youtube'a koysam döner döner izlerim diyorum, bence mantıklı ama öğretim görevlisi olurda bu videolar yüzünden meslekten falan atılmam yada öğrencilerim bak ya hoca da ne mal derler diye  çeşitli korkular içerisindeyim. Yani hem mal videoların olsun hem de havalı hoca ol falan zor bu işler. Son cümlelerden anladığınız üzere malım.
Bu gün bir mimari proje dersine juri üyesi oldum. aslında yılda 5-6 kez oluyorum. Zoom üzerinden katıldığım juri sabah 10'dan akşam 17'ye kadar sürdü. Ayağımda patikler, krismis temalı çoraplarla katıldığım juride kendimi dikkate alamadım. Birkaç defa saçmaladım. Birilerine yararlı olduysam ne ala ama kendime bile yararımın olmadığı zamanlardayım. Juri aralarında kedi kakası falan temizliyorum. Daha ne olabilir yaa piyasa zaten çöp falan derken oluyor olmakta olan...
Kısaca bu aralar diyeceklerim bu kadar. Hayatımdan kesitlerle bir garip blog yazım bitti. Yazılım öğrensem böyle olmazdım... yeeahhııı

25 Ekim 2020 Pazar

yirmibeş ekim

Bir pazar günü blog yazarak başlamak istedim. Aslında kısmen rahat olduğum zamanlarda olmam gerek ama olamıyorum. Yazın Berlin'de bir çalışma yürütmeyi planlıyorum Berlin'deki bir profesörle. Bu işe giriştiğimde başvurabileceğim burs programları varken şimdi o programların olmadığını öğrendim. Yani başvurmak için uygun şartlara sahip değilim. Daha bunu düzgünce anlatamadım. Adam o kadar tatlı ve anlayışlı ki şu an piyangodan para çıkıp gidebilirim belki diye gelemem diyemiyorum. Ciddi bir konuşmayı ertelemek üzerine bir yaşamım var. O garibim de bana kaynaklar vs. önermekle meşgul. Belki para biriktirip giderim ama tabi bu da hiç olası değil Euro 9.30 falanken. Kendimi kötü durumlara iyimser bir şekilde hazırlıyorum. Yani neyse ya bakalım hayırlısı artık-gibi iç seslerle yaşıyorum. Yani ne deyim hayırlısı artık sdfhgjkl...

12 Ekim 2020 Pazartesi

oniki ekim

Blog alemi yine merhaba.. En son yirmibir temmuz yazısını gördüm ve hey gidi günler hey dedim. Ara verdiğim bu bir kaç ay içerisinde başıma olanca saçma şey gelmeye devam etti. Urfa'ya gittim mesela korku ve dehşetli vakitler geçirdim. Başıma gelenleri daha ayrıntılı anlatırım. Ağustos ayında makale yazıp kitap okumaya vakit ayırdım haa bir de Darwin'in hastalığıyla uğraştık. Zor günler iptal olan tatil planları... Eylül ayı başından sonuna gerginlik ve acayip bir deneyim oldu. Daha 2 gün önce bile bir buçuk Berlin'de bir hoca ile görüşme yaptım. Görüşme öncesi sabahın köründe bir duble rakı içmem de cabası, sonra burs programına başvurdum kazandım. Yök bursu olduğu için alıp alamayacağım hala belli değil malüm güvenlik soruşturması vs. yapılıyormuş. bunları kendime kısa hatırlatmalar olsun diye yazıyorum. ufak anlayacağım kısa kısa cümleler. Aldırma deli gönlüm hayihayihayiiihat falan diye şarkı söylemek istersem de işte malzemeler derim. Bu arada bir kursta Autocad dersi vermeye başladım. Benden ders alanları baya talihsiz görüyorum. Mimar olarak Autocad'te acayip hakim olmamanın verdiği bir durum sebebiyle de çok oksimoron hareketler yapabiliyorum. Neyse bunlara da alıştım baya baya... Ekim ayındayız. Eylül ayında hiç kitap okumadım. Makale okudum o sayılır bence. Sonra birkaç film izledim geçen günler. Diziden uzak durmaya çalışıyorum. Spora başlayıp başlayıp bırakıyorum. Yüzmem zaten korona 'ya kurban gitti. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. İngilizce blog açıp ilk yazısını yazdım ama başka bir şey yapamıyorum. İçimden de hiç bir şey gelmiyor sanki. Neyse bu yazı da bu kadar.

21 Temmuz 2020 Salı

yirmibir temmuz

Birkaç kötü şey yazıp bu yazıyı tamamlamak istiyorum. Sabahtan bu yana Pınar Gültekin'in ölüm haberleri ve paylaşımlar... bir sürü paylaşımlar var. Çok üzüldüm dünden beri de inanılmaz moralim bozuk. Kadın cinayetlerinin ardı arkası  gelmiyor ve ülkemizin neden böyle bir yer olduğunu anlamlandıramıyorum. Dün gece apartmanın önünde, yolda bir kedi öldü mesela, ara sokakta hız yapan bir araba çarptı, Esin arka bahçeye gömdü. Sonrasında şöyle bir şey öğrendim ki böyle bir durumda şikayet etsen bile herhangi bir ceza yada uyarı yada başka bir şey almıyorlarmış, görmedim demesi yeterliymiş, tabi ki görmemiştir ama ara sokakta neden hız yaparsın ki... Yada tatil beldelerinden çekilmiş doğa içerisinde bir sürü çöpün olduğu fotoğraflar, o fotoğrafları görüp inanılmaz üzülüyorum mesela. Gerçi Eskişehir'de yaşıyorsanız sokağa toplanması için bırakılan çöplerin de ne hale geldiğini biliyorsunuzdur, sokaklar da çöpten geçilmiyor. Kısaca neden anlayamıyorum. İnstagram üzerinde herkes  kadın hakları, hayvan hakları, çevre temizliği her konuda duyarlılıktan bahsederken ki herkes duyarlıysa neden bitmiyor yada neden azalmıyor ?? 
kim bu duyarsızlar mesela, nerede yaşıyorlar ? 
Bu kızgınlıklar içerisindeyken aklıma hep Bilge Karasu'nun Gece kitabındaki bir bölüm geliyor. Orada söyle diyordu. 
"Büyüsünden sıyrılmamız gereken sözcüklerden biri- en önemlilerinden biri- "insan" sözcüğü.. İnsanı en yüksek yere yerleştirmekten, hayvanlardan, bitkilerden, sulardan, dağlardan çok daha önemli olduğuna, her şeyin insan için yaratılıp, insana kulluk etmesi gerektiğine inanırmış gibi yaşamaktan vazgeçelim.."

bence de artık vazgeçelim. 

17 Temmuz 2020 Cuma

Kitaplar ve Sigaralar

Kitaplar ve Sigaralar kitabından nedense kısa öyküler gibi bir içerik bekliyordum alırken, aldığım yıl 2016 falan. Sonrasında George Orwell'in kısa yazılarından oluşturulmuş bir deneme kitabı olduğunu gördüm. Okuduğum metinler içerisinde beni en çok etkileyen deneme " Ne günlerdi !" isimli deneme oldu. Geoerge Orwell'in yatılı okul hatıralarını yazdığı bölümdü. O zamanlar yatılı okul, eğitim ve öğretim. Yüzyıl öncesine dair çok acayip bilgiler ve ortamlar. Öncelikle dayağın bir eğitim aracı olması, çocuklara anlatılan saçmalıklar ve diğer bir sürü şey. Altı bölümden oluşan bu kısım oldukça etkileyiciydi, yatılı okulda okumama rağmen kendi çocukluğumdan bir sürü şey buldum. Küçükken yaşanılan utançlar çekinceler, dünyanın en saçma şeylerinden duyulan korkular, çocuklar üzerinde garip otoriteler kuran insanlar şimdi  karşılaşsam acıyacağını insanların o zamanlar seni korkutması...
Yada senin o küçük dünyana ırkçılık, din, ayrımcılık ve tonla saçma şeyi çok kolay sokan öğretmenler... Şimdi karşılaşsam bu insanlarla yada böyle insanla benim çocuğumun öğretmeni falan olsa yıkarım okulu ama o zaman nedense normal karşılayıp susuyorsun. Çocuksun ve korkuyorsun sanırım.  George Orwell'de bir bölümde hâlâ çocuklar böyle şeyler yaşıyor mudur ? diye soruyor yani bizim kadar olmasa da yaşıyorlardır herhalde sonucuna varıyor. Ve bilemeyiz diyor. Sanırım gerçekten bilmemizin çok zor olduğu bir alan. 
Kitaba ismini veren deneme de bu arada insanların kitap okumayı lüks bulması üzerine bir karşılaştırma yaptığı bir bölüm, sonuç olarak tabi ki bir yılda tütün ürünlere yada alkolle verilen para kitaba verdiğimiz paradan kat kat fazla. 
Hele ki söyle şeylerle illaki karşılaşmışsınızdır.

"Türkiye, günde sadece 1 dakikasını kitap okumaya ayırırken, televizyon izlemeye 6 saatini, internete ise 3 saatini ayırıyor. Türkiye, okuma alışkanlığında da dünyada 86. sırada yer alıyor. Kitap okuyanların yüzde 65’i aşk, yüzde 24’ü siyasi, yüzde 13’ü düşünce, yüzde 7’si kişisel gelişim kitapları okuyor. Çocuklara kitap hediye edilmesinde ise Türkiye 180 ülke içerisinde 140. sırada.*"

16 Temmuz 2020 Perşembe

Amerika'da

Her şeyin oldukça karmaşık olduğu hayatımda nereye gideceğimi ne yapacağımı pek bilemediğim bir dönemdeyim. Bu belirsizliklerin bitmiş olması ve şu aralar -yani bu yaş aralığında- artık emekliliğime ne kadar kaldı, ev kredisi çocuk masrafları yada yeni bir araba gibi şeylerle uğraşmam gerekti. En azından ben dar bir çerçeveden bunları yazabildim. Ama hepsine inanılmaz uzaktayım. Ve  düzgün bir iş edinmeye çalışıyorum senelerdir. Ve son bir kaç haftadır da yurt dışı doktora programlarına bakmaya başladım. Hatta Napoli'de bir üniversiteye başvurdum. Bir kaç yere de mail attım. Maillerime hiç kimsenin dönmemesi dışında bir problem yok. Ayrıca Urfa'da bir öğretim görevlisi kadrosuna da başvurdum. Vizyonsuzluğum mu desem çağresizliğim mi desem bilemiyorum ama insanın bir seçeneğinin Napoli diğer seçeneğinin Urfa olması cümle içinde bile komik sanki.  Ben böyle hisler içerisindeyken Susan Sontag'ın Amerika'da kitabını okumaya başladım. Öncelikle başında inanılmaz sıkıldım neden bilmiyorum. Sonrasında ise baya baya beğendim. Hikayede Polonyalı ünlü tiyatro sanatçısı Maryna Zalezowska ailesini tasını tarağını alıp Amerika'ya göç ediyor. Amaç da Amerika'da yeni bir hayat kurmak, tarım yapmak. Bir kişinin hayali ve isteği birkaç ailenin hayali oluyor ve kalkıp gidiyorlar. Ama bu aile Polonya'da soylu zengin bir aile sonuçta, Amerika'daki tarım ve hayvancılık çiftlik vs. işlerini yapamıyorlar ve kadın tekrar tiyatroya dönüyor. Konu gayet basit olsa da hikayedeki derinlik, güçlü görünme çabaları, her şeyi bırakıp bir yere alışma ve Amerika'nın herkesi bağrına basma halleri ve başka bir yerde hep bir yabancı olarak var olma çabaları. Garip naif ve etkileyici bir kitaptı.  
Karşılaştığınız problemlerin, verdiğiniz savaşların birden anlamsız hale gelebilmesi konusunu da düşündürdü bana bu kitap, Polonya işgal ediliyor, sürekli bir mücadele kötü yönetim ve buna benzer bir sürü dert ile var olmaya çalışırken Amerika'da ülkelerinin nerede olduğunu bilmeyen insanlarla iç içe başka problemlerle boğuşuyorlar. Kendimle ilgili de aynı şeyleri düşündüm garip ama belki -ki düşük bir ihtimal- önümüzdeki yıl bu vakitler Napoli'ye yerleşip orada bir sürü başka dertlerle uğraşacağım ve artık buradaki kadro arama çabalarım, uğraşlarım yüz defa girdiğim bir sürü ösym sınavlarımın hiç bir anlamı olmayacak. Belki birden her şey değişecek. Bilemiyorum. Kısaca kitabı okumanızı tavsiye ederim ama ilk bölüm ve son bölümün oldukça sıkıcı olduğunu da belirtmek isterimmss..

18 Haziran 2020 Perşembe

onsekiz haziran


Neden böyle bir fotoğrafı bilgisayarda özlem klasörüne kaydettiğim hakkında hiç bir fikrim yok. klasörde üniversite başvuru evrakları, diploma, ödevler vs. var. 
Umarım yanlışlıkla yapmışımdır..
Mal gibi bir hayat..
 Bu arada İngilizce tutacağım yeni bir blog linki de vereceğim. Çünkü İngilizce mevzusu bir yara olup çıktı. Neden gelişmiyor arkadaşım benim İngilizcem diye diye deliriyorum. Wordpress'ten bir blog açtım ama kullanması acayip zor, arayüzünü de anlayamadım. Anlama çalışmalarım da çok zaman aldı. Kısaca yakındır, düzenlemem.. Esin'e kalsa Youtube kanalı açmıştım. 
Ne anlatacaksam. Talaş falan yerim, Slime videosu çekebilirim, bilemedin kedi bakımı ev temizliği veya alternatif gezi rehberi "Arkadaşlar bu gün Sütlüce mahallesindeydim" de olabilir tabi ki..
Kısaca vur patlasın çal oynasın hep bloglarda olacağım.
Ayrıca son bir aydır okuduğum tüm kitaplar neredeyse uykumu getirdi ve çok az şeyler anladım. Elimde süründü durdu. o sebeple kitap yazısı neyim yazamıyorum. 

11 Haziran 2020 Perşembe

Cuma Mesajı



Serbest mimarlık yaptığım ve müteahhitten kalıp ustasına kadar herkesle muhatap olduğum o gençlik yıllarımdan kalan telefon rehberim her cuma çeşitli gül topakları, yavru kuşlar kediler, gün batımı cami minarelerini içeren cuma mesajlarıyla dolmakta. Ben bu cevapların hiç birine cevap vermesem de cumanın selametini paylaşmaya niyetli müminler benden hiç umudu kesmedi.
Sonra geçen cuma bu görselleri hazırladım ve cuma mesajı olarak gönderdim.
 Sonuç olarak kimse gülmedi. 
Söyleyeceklerim bu kadar.

Bir Mülakat Deneyimi-On Haziran

Dün 5. defa bir akademi kadrosuna başvuru için yazılı mülakata girdim. Açık ara farkla en kötü sınav bu olabilir. Sınav öncesinde T cetveli ve gönye takımınızı getirin diye aradılar. Böyle olunca da kulübe, baraka, vs.  gibi bir şey tasarımı yaptıracaklarını düşündüm doğal olarak hatta gidip kırtasiyeden gönye takımı aldım. Buraya kadar her şey normal. Sınavdan bahsedicem çünkü ilerde bu konudaki fikirlerim değişir mi bilmiyorum. 
  • Sınava girdiğimde sınavın iki aşamalı olduğunu gördüm 4 soru yazılı, ve 2 soru çizim sorusu. sorulardan biri Geleneksel Türk mimarisinde sofa ve oda kavramlarını, yerleşimleri ve ilişkileri açıklamak üzerineydi. bildiğim kadar bir şeyler karaladım. karaladım çünkü hiç ilgim olmayan şeylerden biri Geleneksel Türk Mimarisi en fazla öyle bir yapıyı görüp hee ne güzel falan derim. İkinci soru Geleneksel Türk Mimarisinde görülen geleneksel yapım türlerini çizerek anlatmamızdı hadi burada da birkaç bir şey çizmeye çalıştım, Kargir ev vs yine gönlümden kopan cevaplardan birer küple serpiştirdim. Çünkü bunu da bilmiyorum. Böyle bir ders falan da hatırlamıyorum. Şimdi bu konuları da nasıl bilmezsin yuh be demeyin bilmiyorum. 
  • Sonrasında Kündekari nedir, geleneksel yapılarda hangileri görülür, önemi nedir, Yalancı ve sahte kündekari nedir? örneklerle açıklayın diye çok şahane başka soru vardı ki bunu tamamen boş bıraktım. 
  • Sonraki soru dini mimaride süsleme ögeleri nelerdir? Kalem işinin önemini açıklayınız, kalem işinin yapıldığı alanlardan örnekler veriniz şeklindeydi. Bu soruya kadar yazdığım onca saçma cevaptan ve sınavın bilmem kaç dakikasında buradan bir bok olmayacak zaten beni de almayacaklar kabulünden hemen sonra dedim ki buna da bir şeyler döktüreyim. Kalem işinin önemini " kalem işi çok önemlidir" diyerek açıkladım. Nedir nereye yapılır kısmına da çeşitli duaları yazmak kapı üstleri, kubbe vs. yerlere yazarlar mekanı süslerler dedim. Sonuç olarak bu girdiğim sınavın geri kalan bir sürü dakikasını hayatı sorgulamak, neden buradayım ne yapıyorum gibi işleri düşünerek geçirdim. 
  • Soruları görüp baya sinirlendim ilk aşamada hatta dini mimari süslemesi bizim ne işimize yarıyor? bunu biliyoruz da ne oluyor, insanlar yapay zeka mimarlık arttırılmış gerçeklik sınırında işler peşindeyken bunları neden öğreniyoruz gibi bir sürü şey düşündüm. Ne gereksiz şeyler dedim, Kündekari Selçuklu'da görülen ve çivi ve tutkal kullanılmayan ahşap oyma sanatıymış, yani böyle bir şeyi okulda görsem bile shift-delete yapar silerdim zihnimden neyse benim için ne kadar bu bilgiler gereksizse onlar için de ben çok gereksiz biriyimdir muhtemelen. Benim cevap kağıdıma bakıp 'off ya nasıl kötü bir eğitim sitemi, daha geleneksel mimariden haberi olmayan mimarlar var." gibi söylenip her şeyin ne kadar kötü işlediğinden yakınıyor olabilirler.  Sonuç olarak o kadar saçma bir deneyimdi ve beni üzmedi. Oldukça da eğlendim. 
  • T çetvelini istedikleri iki çizim sorusu da inanılmaz kolaydı. Herhalde götüm bile çizerdim. Ama kündekari için üç sayfa yazan zihinler bu sorularda oflayıp pofladılar. Burada kimseyi gömmek falan istemiyorum ama gömdüm. 
  • Not: Dünden beri her mülakat deneyimini anlattığım insana "kündekari" kelimesini farklı şekillerde söyledim. Sınavdan çıkarken cetvelin üzerine not aldım. Yoksa anında unuturum eminim. Kühne-kari diyorum genelde Almanca'da kühne mutfak demek diye öyle saçma yerleşti aklıma veya kühdekari, kündekani, kardakani, kürdekani vb. bir sürü saçma şey dedim. 
  • Ayrıca kadronun bir koruma veya Türk İslam mimarisi veya Türk İslam sanat tarihi kadrosu olmadığını düz öğretim görevlisi kadrosu olduğunu, düz mimarların ve dış mimarların seve seve başvurabileceği minnoşlukta bir ilan olduğunu da ekstra belirtip sözlerimi burada sonlandırıyore.

29 Mayıs 2020 Cuma

yirmidokuz mayıs

Her gün blog yazmadım, geçen blog yazımdan özür diliyorum.
Bu yoğun günümde literatür okumalarıma ara verip, 80'ler müzik batağına düştüm. Şükür. Klavye Girl olma çabalarım hala devam ediyor. Bu platformda çalmaya çalıştığım parçaları yazıp rezillik çıkarmak istemiyorum. Kendime olan saygımı korumak adına şarkı söyleme kısmından hala uzağım ama bir gün o kısma da gelirim belki. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. 

18 Mayıs 2020 Pazartesi

Onsekiz mayıs

Bundan sonra her gün blog tutmak gibi bir huy edinmeye karar verdim. Bu sebepsiz saçma kararımın sebebini ben de bilmiyorum. Muhtemelen yapamayacağım bir şey. Yiyemeyeceğim yemeği söyledim şimdi de kalanı eve götürmek için paket yaptırıyorum. Günlerim neşe içinde geçiyor. Bitirmem gereken iki makale,  beş ödev, bir tane anket araştırma raporu, bir albüm kapağı, üç kedili çizim- çerçeveletip eve asmayı planlıyorum ve bir de bitirmem gereken bir doğum günü hediyesi olacak çizim serisi var. Kısaca bok gibi yoğunum ama bu gün yine yemek yapma olayına dünya vakit ayırdım ayrıca bacaklarımı tam açabilmek adına spagat programı kurdum telefonuma.Adete bir işsiz gibi her gün esneme hareketleri yapıyorum. Ve klavyede Canon d major çalmak için de insan üstü çabalar içerisindeyim. Evde kapalı olduğum süreç bana hiç yaramadı mı demeliyim çok yaradı mı demeliyim bilmiyorum. Ne de olsa evdeyim diye her boka bulaştım şu an ne yapacağımı bilmiyorum. Bunlardan herhangi birileri yarım kalacak sonuçta onu biliyorum ama kendimde hiç bir şeyi bırakamıyorum. Çünkü maymun iştahlılık bunu gerektirir. Kısaca önümüzdeki yıllarda bu yazımı okuyup, bak ya ne günlerdi demeyi bekliyorum.

30 Nisan 2020 Perşembe

Ruhlar Evi

Kitabı biraz önce bitirmiş bulunmaktayım. Heyecanlı heyecanlı buralara not tutmaya geldim. Öncelikle kitabın filme uyarlamasını yıllar önce izleyip beğenmiştim ama yine de bir fazla gelmişti her şey. Eski blogumda olduğu için o film yazısı yandı bitti kül oldu fakat kitabında da aynı şeyleri hissettim. Kitapta tek fark biraz sindirdim biraz düşündüm sanırım. Neden böyle diye diye. 
Üç kuşak kadınların hikayesi, ruhlarla iletişim halinde olan bir kadın, hırslı bir adam, fakir ve cahil bir Kuzey Amerika ülkesi... 
Kitapta üç kuşak kadının birbirleri içine geçen haya hikayeleri anlatılırken ne kadar feminist tınılar da olsa, üç kadın karakter de çok kendi halinde çok kendi naifliğinde geldi bana. Clara sevmeden evlenmeye karar vermişti peki de Blanca ve Alba neden bu kadar aşk içinde boğuldular anlamadım, yada neden bazı konularda inanılmaz pasif kaldılar... Estaban Trueba 'nın baştan sona hırsları tutkuları başarısı sinir krizleri şehveti daha bir çok özelliği öyle gözümüzde canlanırken neden Clara'nın konuşmaması yada garip huylar diye geçiştirilen huyları dışında pek bir şey bilemedik. Belkide yersiz bir eleştiri içerisindeyim ama böyle hissettim. Ayrıca Clara'nın ruhlarla iletişim kurması Esin'nin sorusuyla ne işimize yaradı? Bir işimize yaramalı mıydı ? Ama diyor ki ruhlarla iletişim kurmasaydı normal düz sevimli kadın olsaydı hikayeden bir şeyler eksilir miydi? Sanırım eksilmezdi. Ama bu ruhlar işi ve böyle dğa üstü bir karakterin varlığı hikayeyi yumuşatmış, içindeki siyaseti seyreltmiş. Tabi bu benim görüşüm. Güzel bir kitaptı.
Not: Nedense kitabı okurken Estaban Trueba gözümde There Will Be Blood' daki Daniel Day-Lewis gibi biri olarak canlandı. Sonrasında filmde Estaban Trueba rolünde Daniel Day-Lewis oynuyordu herhalde diye de kafamda bu düşünceyi pekiştirmiştim. Ama filmde Jeremy Irons oynuyormuş. Yani ikisi de güzel bence...

27 Nisan 2020 Pazartesi

yine sinirliyim.

Hayatı mimarlık olan insanlardan tiskiniyorum. Şimdi bu itirafım sonrasında kafamı meşgul eden konularla burayı dolduracağım. Mimarlık mezunu biri ve işini çok seviyor, işini sevdiğini yada mimarlığa olan saygısını ancak sürekli mimarlıktan bahsederek, beğendiği yapıları zırt pırt paylaşarak yada bir çok mimarın yaptığı gibi sosyal medya mecralardan kendini tamamen çekip mimarlığı öne sürerek gösteriyor. Bunu yaparken 'hayatım bu, bu işi seviyorum" gibi düşünceleri var. Senin de öyle düşünmeni istiyor belki de. Sonuç olarak bana hissettirdiği durum ise kasıntı bir şahıs. Bu kadar. Samimiyetsiz mesafeli...
Belki size bağlantısız gelecektir belki ama samimi görünmeye çalışan profesyonellik durumu da benzer zihinlerin ürünü gibi geliyor bana. İnanılmaz sinir olduğum influcer tipler var mesela.. inanılmaz samimi ve bizden biri gibi görünüp ürünleri çat çat çat linkleyip duran. Ve aslında durum şu ki bu linklemeler de aramızdaki samimi ilişkinin ürünü, "Herkes yine çok merak etti. Kazağım çok soruldu. Geceliklerime bayılmışsınız... Bakın camları neyle sildim. Saçımı neyle şekillendirdim..." sonuç olarak bu profesyonel bir satıcı değil de nedir? Kapıya gelip biri diş macunu, temizlik bezi yada elektrik süpürgesi satmaya çalışan insanlarla zırt pırt link atan ekranı kaydırın diyen insan arasında çok da bir fark yok sanki..

Siyonizm

Karantina günlerinde evde ne yapıyorsun deseler sayabileceğim en dişe dokunur şey kitap okumak. Daha iki gün önce bitirdiğim ve bir çırpıda okuduğum bir kitap tavsiyesi ile geliyorum bloga, işte bu kitap Siyonizm.
Dost yayınlarının Kültür Kitaplığı diye bir serisi var, bir çok konuda minik kitaplar çıkartıyorlar, çoğunun dili ağır okuması zor. Lise yıllarında görüp bir hevesle birkaç kitap almıştım. Sokrates Nietzsche falan sonra bir ara da nereden estiyse Siyonizm, Retorik, Anti-semitizm ve Evrim gibi kitapları da almışım. Nereden estiğini bile bilmiyorum. Müsrif hayatlar..
Sonuç olarak bu karantina döneminde normal koşullarda elimin hiç gitmeyeceği şeyler okuyorum.  Retorik kitabını da okudum. Siyonizmi de bir gecede bitirdim. Adeta Siyaset Meydanı programına hazırlanıyorum. Geçen gün de Lincoln filmini izleyip Amerika tarihine doydum. Çin tarihi ve Çarlık Rusyası'nın yıkılması üzerine de birkaç belgesel devirdim. Karantina gereksiz bilgiler almakla geçiyor. Gereksiz çünkü yapmam ve araştırmam gereken başka işlerim var, mesela yüzüne bakmadığım doktora dersleri...
Sonuç olarak kitap hakkında birkaç kelam etmem gerekirse ben sevdim. Ayrıca Yahudilerin devlet kurma konusundaki azimleri de taktire şayan. Tabi ki bu azmi Hollandalılar yada Danimarkalılar sergilese şimdiye bilmem kaç tane filmi dizisi neyim yapılırdı ama Yahudiler olunca meh..
Çok tartışmalı konular ve ben neden bu işin içine atladım hiç bir fikrim yok.
Artık yeni kitaplar almalıyım sanırım.

23 Nisan 2020 Perşembe

yirmiüç nisan

Bu gün 23 nisan neşe doluyor insan demek isterdim fakat değilim. Ama bu 23 Nisanda değilim.
23 Nisanın hep benim için ayrı bir yeri vardır. Çocukluğumda okuduğum ilkokulda her 23 nisanda bedava lunapark bileti veriyorlardı. Eğer bilet azsa bir sınav sonucu ödül niyetine yada bilet çoksa herkese lapır lupur dağıtıyordu. İki çarpışan araba, iki atlıkarınca bileti falan.. 23 nisan günü sabah okul bahçesindeki tören, sonrasında lunapark, sonrasında dondurma -bu arada babam bize 23 nisandan itibaren dondurma yeme izni veriyordu. Çünkü 23 Nisan Antalya da yaz mevsiminin başlangıcıdır.- dondurma sonrası yada öncesi de Mcdonalds. Yani hep inanılmaz mutlu olduğum zamanlar olarak hatırlıyorum. Yılda bir gün tam bir bayramdı benim için. Sonuç olarak böyle hatıralarımın olması çok güzel, Atatürk de böyle isterdi diye düşünüyorum. 

15 Nisan 2020 Çarşamba

Madde 22


Geçen hafta bitirdiğim bu muhteşem kitap için şimdi bir takım övgüler düzeceğim. Öncelikle kitap biraz uzun ve benim okuma düzenim baya bozuk olduğundan kitabı bitirmem iki aya yakın sürdü. Hatta bu kitabı okumaya devam ederken araya başka kitapları sıkıştırmış olmamın da etkisi olabilir bu meselede.. Ama olsun.
Kitaptan bahsetmem gerekirse ki bu bir gereklilik değil tercih, kitap bir savaş romanı, 2. Dünya Savaşı sırasında bir Amerikan Hava üssünde geçiyor. Savaşın oldukça anlamsız seyrinden, pilotların teker teker ölmesinden, askeriyeye doğrusu bürokrasiye özel açmazlardan ve bir sürü diğer absürt durumdan bol bol var kitapta. Yosarian adında bir pilotun çevresinde dönse de roman, aslında herkesin uzun uzun tasvirleri var. 
Madde 22'de bu açmazlardan biri, aslında kendisi bir açıklama -Theory of Everything- misali her şeyin açıklaması olabilen, birbiriyle çelişen ve açıklanamayan durumları birbiriyle çelişmesi kısmına hiç dokunmadan çözen bir durum. Günlük hayatımızda maruz kaldığımız bir çok yerde var. Nedenini sorgulama çünkü bunun nedenine akıl ve mantık sınırlarıyla varamazsın. Madde 22 de olsun bitsin..  
Kitapta beni etkileyen birçok bölüm vardı ama aklımda kalan ve oldukça kısa olan bir kısımdan bahsedeyim dedim. Yosarian odasına yerleşen ve sürekli eğlenceli ve pozitif olan genç pilotlar hakkında "İçlerine kapanıp depresyona girecek kadar kafaları çalışmıyordu." diyordu. Bende bir çok insan hakkında bazen tam olarak böyle düşünüyorum. 
Son olarak bana bu kitabın yanında başka bir sürü kitap tavsiyesinde bulunan Hanze arkadaşıma teşekkur ediyorum. Ve kitabı herkese tavsiye ediyore.. Uzun zaman sonra blog'a beğendiğim bir kitap yazdım. 
Son olarak bendeki kitabın kapağı böyle değil. Bu ne şimdi hiç anlamadım. Kitap kapağına bakıp Pearl Harbor Saldırısını anlatıyor filan sanmanız çok normal. Ama sakin...

2 Nisan 2020 Perşembe

Günlükler-iki nisan

Hala Korona virüs karantinasında, her şeyin daha ciddiye gittiği günlerdeyiz. En son blog yazıma bakıp of be nasıl pozitif zamanlarım dedim. Çünkü yaklaşık bir haftada inanılmaz yoruldum yaşlandım ağladım, ağlattım, sonra ufak bir şeyler başardım sandım, ama her ayağa kalktığımda düştüm kısacası yine bolca ağlamayı bekliyorum. Kısa zamanda...
Hayata bu kadar da umutsuz bakmam içinizi sıkmış olabilir, inanın benim de sıktı. Buraya niye yazdığımı da bilmiyorum. Kısa zamanda bolca ağlamayı beklemek bir temenni değil aslında, olmamasını istiyorum tabi, olmaması için uğraşıyorum da ama hayatta her şey oluyor ve her şeye alışıyorsun. Kötü değil mi bu her şeye alışman, her şeyi yeyip yutman her şeye rağmen hayata devam etmen filan kötü değil mi... bilmiyorum.
Bunca yazıdan sonra kısaca yazmak istediğim ve hatırlamak istediğim kötü günler geçirdiğini düşünüyor olabilirsin, daha kötüsü de olabilir. Ölümcül hastalığı olan bir kedinin hayatında olması, hala hayatta olması da güzel olabilir. Hep daha iyisi ve daha kötüsü olabilir. En iyisi bir ağrı kesici atayım da keyfim yerine gelsin.

23 Mart 2020 Pazartesi

Günlükler-Yirmiüç Mart Koronavirüs


  • Yaklaşık 9 gündür evden çıkmıyorum. İki defa markete bir defa da araba ile ormanlık bir alana gidip temiz hava almak dışında evdeyim. Aslında tüm dünya evde.. yani neredeyse tüm dünya diyelim. Bana bir şey olmaz yaa...  grip gibi bir şey ne büyütüyorlar..  bunlar hep biyolojik silah... abartılıyor vs vs deyip dışarıda hayatına devam edenler var tabi. Herkeste aynı duyarlılık düzeyini de beklemek saçma tabi. Ama dışarı çıkıp sosyalleşip hayatına devam edenler diğer insanların da hayatlarını tehlikeye atıyorlar, aslında kendi hayatların da tehlikeye atıyorlar. 
  • Bu süreçte ben ne yapıyorum, bol bol evde takılmaca.. yani aslında hep dönen geyiğe katılıp söyle demek istiyorum ben zaten karantina hayatı yaşıyormuşum. Evde kalmaya evde takılmaya zaten bayılan biriyim. Evde kitap okuyayım, film izleyeyim, yemek filan yapayım yeter. 
  • Tek sıkıcı noktası geçen yıl zaten böyle yaşamıştım tamamen, tez yazıyorum diye yazın en güzel vakitleri evden çıkmamıştım. Bu yaz ve bahar için planlarım vardı artık daha çok dışarı çıkıcam Antalya'ya gidicem gezicem filan diye.. Onları iptal etmiş oldum. Onlar iptal oldu işte. Ama yine de güzel güzel şeyler oluyor. Tez yazmakla karşılaştırılmayacak bir zaman.  Kitap oku, spor yap, evde mutlu mesut yaşa..
  • Instagram ortamı bir canlı yayın merkezi haline geldi. Akşam beraber spor yapalım mı? Beraber müzik dinleyelim mi? Yak home parti yapalım mı? gibi dünya şeyle dolu. Bir çok hesap da inanılmaz itici ve yapmacık geliyor. Bunları okurken işte bir "Hater" demeyin çünkü değilim. Sadece nasıl bu kadar emin, nasıl bu kadar özgüvenli olunabiliyor anlayamıyorum. Herkes içinden geleni paylaşıyor, garip yazılar videolar viral oluyor. Herkes kendince yardımcı, yol gösterici, herkes iç huzura ulaşmış filan oluyor ya anlamıyorum işte.. 
  • İnanırsanız her şeyi başarırsınız dünyası yada her şey bir adım atmakla başlar, ben kendime inandım ve bilmem ne markasını yarattım gibi cümleler görüyorum. Ne yapıyorsun ki ??, marka yaratmak kendine inanmak kadar sermaye ticaret reklam gibi bir çok ilişkinin bir ürünü, bu işlere inancıyla ve bilgisiyle girip başarısız olmuş milyonlarca insan var.  Başarısız olanların senle tek farkı inancı mı sadece.. Yani sadece hayatta kalma ön yargısı (Survivorship Bias) ile hareket edilmeyeceğini düşünüyorum. (Hayatta kalma yanılgısı filan diye de çevrilmiş aslında çok da emin değilim, en mantıklısı çevirmeden konuşmak sanırım..) 
  • Evet bu gün de buralara öfkemi kustuğuma göre yarın başka bir günlükle devam edebilirim. Birçok konu birçok açıdan tartışmaya açık ve çift taraflı.. Yani insanlara yol göstermeye morallerimizi yükseltmeye çalışan emekçi influencer arkadaşlara da öfke kusmak ne biliyim, hiç olacak şey mi? 

26 Şubat 2020 Çarşamba

yirmialtı şubat

Çok acayip işlerin arasındayım, doktora burs programına başvurdum. -Sonra alan değiştirmem gündem oldu -Sonra akademiye giremezsin oldu -Sonra burstan vazgeçtim, sonrasında ben vazgeçersem diğer bursiyerlerin de burs alamayacağını öğrendim. -Sonra kaydolup bölümü bırakayım dedim, o da olur mu yada nasıl olur bilmedim. Yani hep bir saçmalıklar.. mallıklar içerisindeyim.
Neden tutunamayan, neden bahtsız bedevi oldum,  nasıl oldum bilmiyorum. -Ben nerde yanlış yaptımmmmm- şarkıları dönüyor zihnimde. 
Hayat hep bir mücadele ok ama isyan da mı etmeyelim ??
Cinnet geçirip ev hanımı oldu diye bir haber görürseniz o benim. 

7 Şubat 2020 Cuma

Mücadele

Yeni bir yazı dizisine başlıyorum. İsmi" Mücadele" -Mücadele kelimesi: Herhangi bir amaca erişmek, bir kuvvete karşı koyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli çabası, savaşım- demek.
Tam bir köşe yazarı sözüyle ve ciddi bir tanımla başlayan bu yazı tabi ki geyik söylemlerle devam edecek. Fakat aklıma gelen ve beni acayip sinir olduğum durumlar, söylemler hareket ve tavırlara  karşı böyle bir karşı duruş iyi ve keyifli olacak diye düşünüyorum. Hatta çizimler filan de yapacağım.  See you soon.

5 Şubat 2020 Çarşamba

Reading Hapishanesi Baladı

Oscar Nasıl Wilde Oldu kitabını okurken yaptığım listenin ilk kitabını bitirmiş bulunmaktayım. İlk ve son olmamasını diliyorum çünküsüm liste çok bayık.
Reading Hapishanesi Baladı benim çok önceden beri okumayı planladığım bir kitaptı evde de durup dururdu fakat nedense bir türlü okumamıştım. İnanılmaz kolay okunan, çarçabuk biten bir kitap.
Charles Thomas Wooldrigge adında bir kraliyet muhafızı karısını öldürüyor ve idama mahkum oluyor. Ve idam ediliyor. Oscar Wilde ise hapishanede tanık olduğu  bu olaydan çok etkileniyor ve bu baladı yazıyor.
Balad kısaca şiddet dehşet korku yalnızlık ve hapishane gerçeklerini anlatıyor. - Tam bir reklam sözü-Beni kitapta en çok şaşırtan ise baladın şu bölümüydü;

...
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışla yapar bunu,
Kimileri dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür
....
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimiler yaşlıyken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
.....
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez. 
....


Şaşırtan diyorum çünkü bana kim 500 bin ister gibi bir yarışmada bu dizelerin sahibi kim deseler ve seçeneklerde Atilla İlhan, Oscar Wilde, Yusuf Hayaloğlu ve Şebnem Kısaparmak olsa ilk eleyeceğim seçenek Oscar Wilde, o kadar bilgisizim. Ayrıca bir yerde kitabın Türkçe ismini " Reading Zindanı Türküsü" olarak çevirmişler ki o ismi duysam kesin Yusuf Hayaloğlu derim artık... Neyse  ne zindanı ne türküsü wtf.. 
Son olarak baladın tamamını bir güzel okumanızı tavsiye ediyorum. Çünkü güzel.. Sonrasında ise Eşkiya Dünyaya Hükümdar olmaz diyerek sözlerimi bitiriyore..

20 Ocak 2020 Pazartesi

Almanca Dersi

2020 yılının ilk kitabını bitirmiş bulunmaktayım. Aslında bunu yazarken 2 kitap daha bitirdimss. Kitaplar üzerine okuma listelerine bakarken -nerede nasıl ve ne şekilde karşılaştığımı bilemiyorum- ama bu kitapla karşılaştım. "Görev " üzerine yazılmış bir kitap olması ve meşhur Milgram deneylerinden bahseden bir metinde geçmesi vasıtasıyla okumaya karar verdim. 
Milgram deneyleri, kişilerin erk sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçmek üzerine yapılmış deneylermiş, Kitap, Nazi dönemi bir polis memurunun yaşadığı bölgede, yakın arkadaşı olan ressama konulan resim yapma yasağını denetleme ile görevlendirilmesi üzerine... Tabi ki bu denetlemeyi tabiri caizse görev aşkı  ile yapması ve alman disiplini ile bu işi abartmasının görüyoruz kitapta. 
Bu hikayede Almanca Dersi nerede derseniz ise aslında tüm bu hikayeleri bize anlatan kahramanımıza bir Almanca Dersi ödevi veriliyor. "Görev tutkusu " üzerine bir kompozisyon yazılması isteniyor ve  baş kahramanımız bunu yazamıyor yazamamasının sebebi ise bu konuda diyecek çok fazla şeyinin olması, sonrasında cezasını çekerken ödevini yazmaya başlıyor. Bizde tüm bu görev tutkusu hikayesini okuyoruz.  
Kitap böyle çok güzel ve üzerine oturup oturup konuşulası bir konuda yazılmış. Kitabın bir bölümünde "Yalnızca itaat etmeyi bilenler emir verebilir" yazıyor. Bir çok kavramı da sorgulattırıyor, görev insanı olamak doğru mudur, değil midir? Görev nedir? Dışarıdan mı gelir? yoksa asıl denetim kendi iç dünyanda mı olur? 
Tüm bu sorular üzerine düşündürmesi gayet güzel olsa da kitabın geneli oldukça zor ilerledi benim için. Çok akıcı bir kitap olduğunu söyleyemem. Atmosferi hep kasvetli.. Kitabın tamamı yağmurlu bir günde geçiyor gibiydi.  Tavsiye eder miyim mehhh..

10 Ocak 2020 Cuma

2019 yılım nasıl geçti ?

Kısa bir 2019 değerlendirmesi ile karşınızdayım.
Böyle bir şeyi neden yapıyorum hiç bir fikrim yok zaten bu yazıyı da yeni yılın ilk günleri yayınlayacağım.  
  • 2019 öncelikle iyi şeylerin olduğu ama nedense hep kötü geçti gibi gelen bir yıldı. Düzgün bir işimin olmaması ve bu durumun devamlılığının böyle hissetmemde payı büyük. Yani maddi sıkıntıları bir kenara bıraktığımda hayatımın işleyişinde beni memnun etmeyen şeyler oldukça az. Yani sabah kahvaltım, sporum evde sürekli takılmak vs gayet iyi. Bilmiyorum herkes için mi böyledir ama evde çay kahve kitap okuma olayları bana oldukça keyifli geliyor. Kediler de insanı tatlışlıklara boğuyor çok süper muhteşem durumlar.  Lakin işsiz olmak iş arama süreci ve başarısızlıklarla dolu denemeler insanı yoruyor. Sürekli yokuş yukarı çıkmak ve bu durumdan memnun olmak da zor.  
  • Ülkemizde gelişen akademisyen olma hevesi de ekstra zorlaştırıyor işleri, kriz zamanlarında böyle olur okula ilgi artar denilse de bu krizin geçici olmadığı ortada, bu kadar mimarlık fakültesi çok saçma ve ortamı sürekli "kriz ortamı" yapmaya yetecek bir sebep. Akademisyen olma yoluna baş koyan birçok insanin buna düzenli maaş, ülke koşullarında iyi bir iş ortamı gözüyle bakmalarını haklı bulmakla beraber tez yazmak ve bitmez öğrencilik durumu hiç de kolay değil. Hatta çok zor. Yaz ayları boyunca bitirmeye çalıştığım tezden ötürü yüzümü sivilcelerin basması, garip alerjik pıtırcıklar çıkartmam, yersiz gerginliklerle insanlara çemkirmem filan hiç hoş şeyler değil. Zor yani.. 
  • 2019 da zorluklarla çevrili bir yıldı benim için. Daha az film daha az müzik daha az dışarı çıkmak karşılığında yüksek mimar olmak. Bu kadar kolay formüle edilemeyen bir durum aslında..zor. 2020'den umutluyum desem yada acayip beklentilerim var desem saçma, yok yani pek bir beklentim. İş filan bulsam süper olur.