30 Nisan 2020 Perşembe

Ruhlar Evi

Kitabı biraz önce bitirmiş bulunmaktayım. Heyecanlı heyecanlı buralara not tutmaya geldim. Öncelikle kitabın filme uyarlamasını yıllar önce izleyip beğenmiştim ama yine de bir fazla gelmişti her şey. Eski blogumda olduğu için o film yazısı yandı bitti kül oldu fakat kitabında da aynı şeyleri hissettim. Kitapta tek fark biraz sindirdim biraz düşündüm sanırım. Neden böyle diye diye. 
Üç kuşak kadınların hikayesi, ruhlarla iletişim halinde olan bir kadın, hırslı bir adam, fakir ve cahil bir Kuzey Amerika ülkesi... 
Kitapta üç kuşak kadının birbirleri içine geçen haya hikayeleri anlatılırken ne kadar feminist tınılar da olsa, üç kadın karakter de çok kendi halinde çok kendi naifliğinde geldi bana. Clara sevmeden evlenmeye karar vermişti peki de Blanca ve Alba neden bu kadar aşk içinde boğuldular anlamadım, yada neden bazı konularda inanılmaz pasif kaldılar... Estaban Trueba 'nın baştan sona hırsları tutkuları başarısı sinir krizleri şehveti daha bir çok özelliği öyle gözümüzde canlanırken neden Clara'nın konuşmaması yada garip huylar diye geçiştirilen huyları dışında pek bir şey bilemedik. Belkide yersiz bir eleştiri içerisindeyim ama böyle hissettim. Ayrıca Clara'nın ruhlarla iletişim kurması Esin'nin sorusuyla ne işimize yaradı? Bir işimize yaramalı mıydı ? Ama diyor ki ruhlarla iletişim kurmasaydı normal düz sevimli kadın olsaydı hikayeden bir şeyler eksilir miydi? Sanırım eksilmezdi. Ama bu ruhlar işi ve böyle dğa üstü bir karakterin varlığı hikayeyi yumuşatmış, içindeki siyaseti seyreltmiş. Tabi bu benim görüşüm. Güzel bir kitaptı.
Not: Nedense kitabı okurken Estaban Trueba gözümde There Will Be Blood' daki Daniel Day-Lewis gibi biri olarak canlandı. Sonrasında filmde Estaban Trueba rolünde Daniel Day-Lewis oynuyordu herhalde diye de kafamda bu düşünceyi pekiştirmiştim. Ama filmde Jeremy Irons oynuyormuş. Yani ikisi de güzel bence...

27 Nisan 2020 Pazartesi

yine sinirliyim.

Hayatı mimarlık olan insanlardan tiskiniyorum. Şimdi bu itirafım sonrasında kafamı meşgul eden konularla burayı dolduracağım. Mimarlık mezunu biri ve işini çok seviyor, işini sevdiğini yada mimarlığa olan saygısını ancak sürekli mimarlıktan bahsederek, beğendiği yapıları zırt pırt paylaşarak yada bir çok mimarın yaptığı gibi sosyal medya mecralardan kendini tamamen çekip mimarlığı öne sürerek gösteriyor. Bunu yaparken 'hayatım bu, bu işi seviyorum" gibi düşünceleri var. Senin de öyle düşünmeni istiyor belki de. Sonuç olarak bana hissettirdiği durum ise kasıntı bir şahıs. Bu kadar. Samimiyetsiz mesafeli...
Belki size bağlantısız gelecektir belki ama samimi görünmeye çalışan profesyonellik durumu da benzer zihinlerin ürünü gibi geliyor bana. İnanılmaz sinir olduğum influcer tipler var mesela.. inanılmaz samimi ve bizden biri gibi görünüp ürünleri çat çat çat linkleyip duran. Ve aslında durum şu ki bu linklemeler de aramızdaki samimi ilişkinin ürünü, "Herkes yine çok merak etti. Kazağım çok soruldu. Geceliklerime bayılmışsınız... Bakın camları neyle sildim. Saçımı neyle şekillendirdim..." sonuç olarak bu profesyonel bir satıcı değil de nedir? Kapıya gelip biri diş macunu, temizlik bezi yada elektrik süpürgesi satmaya çalışan insanlarla zırt pırt link atan ekranı kaydırın diyen insan arasında çok da bir fark yok sanki..

Siyonizm

Karantina günlerinde evde ne yapıyorsun deseler sayabileceğim en dişe dokunur şey kitap okumak. Daha iki gün önce bitirdiğim ve bir çırpıda okuduğum bir kitap tavsiyesi ile geliyorum bloga, işte bu kitap Siyonizm.
Dost yayınlarının Kültür Kitaplığı diye bir serisi var, bir çok konuda minik kitaplar çıkartıyorlar, çoğunun dili ağır okuması zor. Lise yıllarında görüp bir hevesle birkaç kitap almıştım. Sokrates Nietzsche falan sonra bir ara da nereden estiyse Siyonizm, Retorik, Anti-semitizm ve Evrim gibi kitapları da almışım. Nereden estiğini bile bilmiyorum. Müsrif hayatlar..
Sonuç olarak bu karantina döneminde normal koşullarda elimin hiç gitmeyeceği şeyler okuyorum.  Retorik kitabını da okudum. Siyonizmi de bir gecede bitirdim. Adeta Siyaset Meydanı programına hazırlanıyorum. Geçen gün de Lincoln filmini izleyip Amerika tarihine doydum. Çin tarihi ve Çarlık Rusyası'nın yıkılması üzerine de birkaç belgesel devirdim. Karantina gereksiz bilgiler almakla geçiyor. Gereksiz çünkü yapmam ve araştırmam gereken başka işlerim var, mesela yüzüne bakmadığım doktora dersleri...
Sonuç olarak kitap hakkında birkaç kelam etmem gerekirse ben sevdim. Ayrıca Yahudilerin devlet kurma konusundaki azimleri de taktire şayan. Tabi ki bu azmi Hollandalılar yada Danimarkalılar sergilese şimdiye bilmem kaç tane filmi dizisi neyim yapılırdı ama Yahudiler olunca meh..
Çok tartışmalı konular ve ben neden bu işin içine atladım hiç bir fikrim yok.
Artık yeni kitaplar almalıyım sanırım.

23 Nisan 2020 Perşembe

yirmiüç nisan

Bu gün 23 nisan neşe doluyor insan demek isterdim fakat değilim. Ama bu 23 Nisanda değilim.
23 Nisanın hep benim için ayrı bir yeri vardır. Çocukluğumda okuduğum ilkokulda her 23 nisanda bedava lunapark bileti veriyorlardı. Eğer bilet azsa bir sınav sonucu ödül niyetine yada bilet çoksa herkese lapır lupur dağıtıyordu. İki çarpışan araba, iki atlıkarınca bileti falan.. 23 nisan günü sabah okul bahçesindeki tören, sonrasında lunapark, sonrasında dondurma -bu arada babam bize 23 nisandan itibaren dondurma yeme izni veriyordu. Çünkü 23 Nisan Antalya da yaz mevsiminin başlangıcıdır.- dondurma sonrası yada öncesi de Mcdonalds. Yani hep inanılmaz mutlu olduğum zamanlar olarak hatırlıyorum. Yılda bir gün tam bir bayramdı benim için. Sonuç olarak böyle hatıralarımın olması çok güzel, Atatürk de böyle isterdi diye düşünüyorum. 

15 Nisan 2020 Çarşamba

Madde 22


Geçen hafta bitirdiğim bu muhteşem kitap için şimdi bir takım övgüler düzeceğim. Öncelikle kitap biraz uzun ve benim okuma düzenim baya bozuk olduğundan kitabı bitirmem iki aya yakın sürdü. Hatta bu kitabı okumaya devam ederken araya başka kitapları sıkıştırmış olmamın da etkisi olabilir bu meselede.. Ama olsun.
Kitaptan bahsetmem gerekirse ki bu bir gereklilik değil tercih, kitap bir savaş romanı, 2. Dünya Savaşı sırasında bir Amerikan Hava üssünde geçiyor. Savaşın oldukça anlamsız seyrinden, pilotların teker teker ölmesinden, askeriyeye doğrusu bürokrasiye özel açmazlardan ve bir sürü diğer absürt durumdan bol bol var kitapta. Yosarian adında bir pilotun çevresinde dönse de roman, aslında herkesin uzun uzun tasvirleri var. 
Madde 22'de bu açmazlardan biri, aslında kendisi bir açıklama -Theory of Everything- misali her şeyin açıklaması olabilen, birbiriyle çelişen ve açıklanamayan durumları birbiriyle çelişmesi kısmına hiç dokunmadan çözen bir durum. Günlük hayatımızda maruz kaldığımız bir çok yerde var. Nedenini sorgulama çünkü bunun nedenine akıl ve mantık sınırlarıyla varamazsın. Madde 22 de olsun bitsin..  
Kitapta beni etkileyen birçok bölüm vardı ama aklımda kalan ve oldukça kısa olan bir kısımdan bahsedeyim dedim. Yosarian odasına yerleşen ve sürekli eğlenceli ve pozitif olan genç pilotlar hakkında "İçlerine kapanıp depresyona girecek kadar kafaları çalışmıyordu." diyordu. Bende bir çok insan hakkında bazen tam olarak böyle düşünüyorum. 
Son olarak bana bu kitabın yanında başka bir sürü kitap tavsiyesinde bulunan Hanze arkadaşıma teşekkur ediyorum. Ve kitabı herkese tavsiye ediyore.. Uzun zaman sonra blog'a beğendiğim bir kitap yazdım. 
Son olarak bendeki kitabın kapağı böyle değil. Bu ne şimdi hiç anlamadım. Kitap kapağına bakıp Pearl Harbor Saldırısını anlatıyor filan sanmanız çok normal. Ama sakin...

2 Nisan 2020 Perşembe

Günlükler-iki nisan

Hala Korona virüs karantinasında, her şeyin daha ciddiye gittiği günlerdeyiz. En son blog yazıma bakıp of be nasıl pozitif zamanlarım dedim. Çünkü yaklaşık bir haftada inanılmaz yoruldum yaşlandım ağladım, ağlattım, sonra ufak bir şeyler başardım sandım, ama her ayağa kalktığımda düştüm kısacası yine bolca ağlamayı bekliyorum. Kısa zamanda...
Hayata bu kadar da umutsuz bakmam içinizi sıkmış olabilir, inanın benim de sıktı. Buraya niye yazdığımı da bilmiyorum. Kısa zamanda bolca ağlamayı beklemek bir temenni değil aslında, olmamasını istiyorum tabi, olmaması için uğraşıyorum da ama hayatta her şey oluyor ve her şeye alışıyorsun. Kötü değil mi bu her şeye alışman, her şeyi yeyip yutman her şeye rağmen hayata devam etmen filan kötü değil mi... bilmiyorum.
Bunca yazıdan sonra kısaca yazmak istediğim ve hatırlamak istediğim kötü günler geçirdiğini düşünüyor olabilirsin, daha kötüsü de olabilir. Ölümcül hastalığı olan bir kedinin hayatında olması, hala hayatta olması da güzel olabilir. Hep daha iyisi ve daha kötüsü olabilir. En iyisi bir ağrı kesici atayım da keyfim yerine gelsin.